Söz, bazen sihirdir. Sözün gücü ve tesiri oldukça fazladır. Sözle insanı doğru yola yönlendirmek ya da saptırmak mümkündür. Bazı zayıf karakterli insanlar ise söylenen sözlerden fazlasıyla etkilenirler. Birisi size bir söz söylüyorsa onu mutlaka akıl süzgecinden geçirmek gerek.
*
Ülkemizi ya da kentimizi yönetenler de tesirli sözler ediyor. Hatta bazen yalan söylüyor. Bu yalan gazete sütunlarından ve ekranlardan yayıldığında ise buna çok kişi inanabiliyor.
İnsan olarak üzerimize düşen Nazım’ın “Baş Satırla” adlı şiirindeki gibi yalanı yenebilmektir:
annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı.
*
Bizi kolay kandırıyorlar. Yıllarca günah yalanıyla 70-80 yaşındaki ilahiyatçılarla genç kızların el sıkışmasını engellediler. O koskoca profesörler 18-20 yaşındaki kızlardan ya da etten medet mi umacaktı?
Biri çıktı satrancın günah olduğunu söyledi. Televizyonlar ilk çıktığında yayın siyah beyazdı ve bizim ülkemizde televizyon izlemenin, radyo dinleminin günahından söz ettiler. Kız çocuklarının okutulmasının günahından söz ettiler.
Sırf yılbaşına alternatif kutlama olsun diye “31 aralık gecesinde Mekke’nin Fethi’ni kutladılar. Mekke’nin Fethi 11 Ocak’tır oysa.
Son olarak da dinimize aykırı diye bir babaya 9 yaşındaki kızıyla yan yana oturamazsın diyerek bilet vermediler. Bir baba öz kızıyla yan yana oturamaz mı? Bunun neresi günah, bunun dinle, imanla ne alakası olabilir?
*
Bazı sözlerin ve yalanların öyle bir tesiri vardır ki,insanı kör eder. Dinimizde yalan söylemek günahtır. İşte bunun için aklı selim olmalıyız. Her söze inanmalı, söylenenleri aklın süzgecinden mutlaka geçirmeliyiz. Sözün sihrinin ne denli önemli olduğu Mevlana’nın “Bir Öğretmen Hikayesi”nde çok güzel anlatılmıştır:
İşte o hikaye:
Bir okulun talebeleri öğretmenlerinden bıkmışlar, her gün çalışıp çabalamaktan usanmışlardı. Hiç değilse birkaç günlüğüne okuldan ve öğretmenden kurtulmak için çareler arayıp duruyorlar, toplanıp konuşuyorlardı. Günlerden bir gün yine böyle konuşurlarken içlerinden biri: "Hocamız hiç hastalanmıyor ki hiç değilse birkaç gün okula gelemesin, biz de böylece kurtulalım," dedi. Bunun üzerine içlerinden en zekileri bir tedbir düşündü: "Yarın sabah öğretmenimiz okula gelince ben yanına gidip, “Hocam nasılsınız, iyi misiniz renginiz neden böyle sararmış, havalar çarpmasın, yahut da sıtmadan olmasın," derim. Hocamız bunun üzerine elbette biraz şüpheye düşer. Sizler de buna benzer sözlerle bana yardım edersiniz. Her gören: "A,a,a! Hocam bu ne hâl, hiç iyi görünmüyorsunuz, mutlaka hastasınız," desin. Bir, iki, üç, beş derken hepimiz aynı şeyleri söylersek elbette hocayı şüpheye düşürürüz," Bunun üzerine bütün çocuklar bulduğu bu çareden dolayı bu zeki arkadaşlarına teşekkür ettiler ve bu işten vazgeçmeyeceklerine dair birbirlerine sözler verip yeminler ettiler. Hiç kimse bu konuda ağzını açıp bir şey söylemeyecekti. Ertesi gün olunca çocuklar bu düşüncelerini gerçekleştirmek üzere mektebe koştular ve okulun dışında durup bu fikri ortaya atan zeki arkadaşlarını beklemeye başladılar. Biraz sonra o çocuk geldi hocayla karşılaşınca, hemen plânını uygulamaya geçti. "Hocam hayrola benziniz sararmış sanki," dedi. Hoca âdeta kızdı: "Hasta falan değilim saçmalama geç yerine!" dedi. demesine lâkin az da olsa şüphe etmeye başladı. Derken diğer çocuk içeriye girdi o da aynı şeyleri söyleyince, hocanın şüphesi iyice arttı. Diğer çocukların da aynı şeyleri tekrarlamaları üzerine hoca hasta olduğuna iyice inandı. Kalkıp gitti. Evine giderken; hanımı hakkında kötü şeyler düşündü: "Zaten bana karşı sevgisi az, ben böylesine hasta olduğum halde hâlimi sormadı, rengimin solduğunu, benzimin uçtuğunu, bana söylemedi, galiba benden kurtulmaya çalışıyor. Kendi güzelliğinin süsünün derdinde." Evine gelip kapıyı kızgınca açtı. Çocuklar da peşinden geliyordu. Karısı bu vakitsiz zamanda hocayı karşısında görünce şaşırdı: "Bugün çok erken geldin, hayrola bir şey mi oldu?" deyince; hoca daha da sinirlendi: "Hâlime baksana, benzim nasıl solmuş, başkaları fark ediyor da sen hâlâ soruyorsun. Hiç farkında bile değilsin," diye çıkıştı. Hanımı bu sözleri duyunca daha dikkatlice hocanın yüzüne baktı, hoca dediğinin aksine gayet sıhhatli görünüyordu. Karısı: "A hocam, senin hiçbir şeyin yok, gayet sıhhatli görünüyorsun, bu şüphelerin boşuna," dediyse de hoca bunlara inanmak yerine iyice sinirlendi: "Bre hayırsız kadın, bir de inat ediyorsun hâlimin perişanlığını tir tir titrediğimi görmüyor musun?" diye karısını azarladı.
Kadın: "istersen aynayı getireyim de bak, o zaman anlarsın benim doğru söylediğimi," dedi. Hoca buna daha beter sinirlendi: "Aynan da sen de yerin dibine batın, zaten her zaman bana kin besliyorsun, karşımda inat edip duruyorsun, daha fazla konuşmadan yatağımı yap, yorganımı getir, başım iyice ağırlaştı," dedi. Karısı biraz duraklayınca hoca sinirinden bas bas bağırmaya başladı. Karısı yatağını serip yorganını getirdi. Getirirken de: "Hocanın bir şeyciği yok bütün bunlar kuruntu. Söylesem daha da kızacak söyle-mesem, bu vehim sahiden hastalık hâline dönüşecek," diye düşündü. Bu arada Hoca da: "Hasta değilim desem, kalkıp gitsem, bu kadın yalnız kalmak istiyor, galiba yapmak istediği gizli bir şey var, beni evden gönderecek sonra da yapmayı düşündüğü kötülüğü yapacak," diye düşündü. Bu arada çocuklar da hocanın evine doluşarak başladılar ders okumaya: O zeki çocuk gizlice arkadaşlarına: "Arkadaşlar derslerimizi bağıra çağıra okuyun," diye tembihledi. Çocuklar başladılar derslerini bağırarak okumaya. Bunun üzerine o çocuk yüksek sesle: "Arkadaşlar bizim burada ders çalışmamız hocamızın baş ağrılarını arttırır," dedi. Bunun üzerine Hoca: "Arkadaşınız doğru söylüyor başımın ağrısı arttı. Kalkıp evinize gidin," dedi. Çocuklar sevinçle okuldan çıkıp evlerine gittiler. Anneleri çocukların erkenden eve geldiklerini görünce onların neden böyle erkenden geldiklerini sordular, çocuklar hocalarının hastalandığını söyledi. Buna inanmayan anneler ertesi gün hocayı görmeye gitti. Hoca yorgan döşek yatıyordu. Ağır hastaydı, inleyip duruyordu.
*
|