Bu topraklarda zaman zaman adalet susardı.
Ama halk konuşurdu.
Yargı siyasetin gölgesine düştüğünde, vicdan ayağa kalkardı.
Geçmişte de bu topraklarda adalet eksikti, ama vicdan hep vardı.
Ve o vicdan, kimi zaman bir savcıda, kimi zaman bir hâkimde, kimi zaman halkın kendisinde, kimi zaman da ülkeyi yöneten bir liderde olurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kara gölgelerle çok kere karşılaştı.
2002’de, henüz siyasete adım atmadan önce, adı bir suç duyurusuna yazılmıştı.
Hedef belliydi: Sandığa gitmeden önce yolu kesmek.
Ama bir kadın affıyla – Rahşan Ecevit’in imzasıyla – halkın sesi susturulamadı.
Ve o dönem CHP, “Muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan’a seçim yolunu açarak demokrasiye olan inancını göstermişti.
Sonra 17-25 Aralık geldi.
FETÖ’nün kalem tutan elleriyle hazırlanmış dosyalar, yargının cüppesine sızmış karanlıkla birleşmişti.
Yine “yolsuzluk” demişlerdi.
Yine “temiz toplum” demişlerdi.
Amaç belliydi: İradeyi çalmak.
Millet sustu sanmışlardı…
Hayır.
Millet izin vermedi!
Ve 15 Temmuz 2016 geldi.
Bu kez tanklar, uçaklar, mermiler vardı. Amaç doğrudan milli iradeyi ezmekti.
Ve yine halk sokaklara indi.
Gençler, kadınlar, yaşlılar… Herkes canı pahasına direnerek darbenin karşısında durdu.
O gece hain darbe girişimini bu kadim halk, destan yazarak durdurdu.
O destanı yazarken rahmetli babamın bir sözü hep aklımdaydı, hâlâ zihnimde taşırım:
“İnsan kaderinden intikam almaya kalkarsa, Allah’a şerh koşar.”
İşte bugün olanlar da bir intikam değil, bir yüzleşemeyiştir aslında.
İmamoğlu’na reva görülen bu haksızlık, bir rakibi saf dışı bırakmak değil, kendi geçmişiyle hesaplaşmaktan kaçınmaktır.
Kendine inanan bir iktidar, halkın sevgisiyle gelen bir rakibi yargının gölgesine itmez.
Adalet bir silah değil, milletin vicdanı olmalıdır.
Kimi zaman siyasi hatalar olur, herkes yapar. Ama o hatalar büyüdükçe, başkalarının kaderiyle oynayarak örtülemez.
Çünkü bu millet kandırıldığını affeder ama aldatıldığını fark ettiğinde, kalemi bir daha eline aldığında o kalem yalnızca yazmaz… tarihe geçer.
Ve şimdi...
Tarih bir kez daha aynı dili konuşuyor.
Ama bu kez ne sadece bir liderin kaderi, ne de tek bir koltuğun savaşı...
Bu kez yargının kılıcına karşı duranlar, bir halkın evlatları.
Onlar ki gecenin karanlığında yürüyen, sabahın vicdanıyla konuşan gençlerdir.
Korkmuyorlar.
Susmuyorlar.
Yakmıyorlar, yıkmıyorlar.
Sadece yürüyorlar…
Ellerinde sadece anayasa, dillerinde sadece adalet var.
Kimileri bu yürüyüşü Gezi ile karıştırıyor.
Gezi, umutla karmaşanın iç içe geçtiği bir isyandı.
O zamanlar FETÖ vardı, bölücüler vardı, başka eller vardı...
Ama bugün:
Ne bir vitrin taşlanmış,
Ne bir otobüs yakılmış,
Ne bir barikat kurulmuştur.
Bu, öfkenin değil, vicdanın yürüyüşüdür!
Ve işte şimdi o vicdan, duvarların ardında tutulmak isteniyor.
Cezaevinde gençler var.
Suçları sadece sormak:
“Bu ülke bizimse, neden sesimiz duyulmuyor?”
Onları serbest bırakmak; sadece bir hukuk düzeltmesi değil, bir ülkenin kendi geleceğine ettiği yemini tutmasıdır.
Bu kırılma anı, tarihin kıyısında bir sınavdır.
Ve biz bu sınavdan ya çocuklarımızın gözlerinin içine bakarak geçeceğiz, ya da susarak tarihin çöplüğüne düşeceğiz.
Yargı kılıcını çekerken, gençlik kalkanını kaldırıyor.
O kalkan, yalnızca bedenlerini değil, adaleti, umudu ve geleceği koruyor.
Lütfen… gençlerin elinden kalemi almayın.
Çünkü kalem, gelecektir.
Kalem, aydınlanmadır.
Kalem, bilimdir, ilimdir.
Bu topraklar bir dönem o kalemin susturuluşunu gördü.
Ve bu millet, o senaryoyu bir daha asla görmek istemiyor.
Anasayfa
Yazarlar
Namık Kemal BİÇER
Yazı Detayı
Bu yazı 711 kez okundu.
GENÇLİĞİN KALEMİNİ SUSTURMAYIN
Bu topraklarda zaman zaman adalet susardı.
Ama halk konuşurdu.
Yargı siyasetin gölgesine düştüğünde, vicdan ayağa kalkardı.
Geçmişte de bu topraklarda adalet eksikti, ama vicdan hep vardı.
Ve o vicdan, kimi zaman bir savcıda, kimi zaman bir hâkimde, kimi zaman halkın kendisinde, kimi zaman da ülkeyi yöneten bir liderde olurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kara gölgelerle çok kere karşılaştı.
2002’de, henüz siyasete adım atmadan önce, adı bir suç duyurusuna yazılmıştı.
Hedef belliydi: Sandığa gitmeden önce yolu kesmek.
Ama bir kadın affıyla – Rahşan Ecevit’in imzasıyla – halkın sesi susturulamadı.
Ve o dönem CHP, “Muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan’a seçim yolunu açarak demokrasiye olan inancını göstermişti.
Sonra 17-25 Aralık geldi.
FETÖ’nün kalem tutan elleriyle hazırlanmış dosyalar, yargının cüppesine sızmış karanlıkla birleşmişti.
Yine “yolsuzluk” demişlerdi.
Yine “temiz toplum” demişlerdi.
Amaç belliydi: İradeyi çalmak.
Millet sustu sanmışlardı…
Hayır.
Millet izin vermedi!
Ve 15 Temmuz 2016 geldi.
Bu kez tanklar, uçaklar, mermiler vardı. Amaç doğrudan milli iradeyi ezmekti.
Ve yine halk sokaklara indi.
Gençler, kadınlar, yaşlılar… Herkes canı pahasına direnerek darbenin karşısında durdu.
O gece hain darbe girişimini bu kadim halk, destan yazarak durdurdu.
O destanı yazarken rahmetli babamın bir sözü hep aklımdaydı, hâlâ zihnimde taşırım:
“İnsan kaderinden intikam almaya kalkarsa, Allah’a şerh koşar.”
İşte bugün olanlar da bir intikam değil, bir yüzleşemeyiştir aslında.
İmamoğlu’na reva görülen bu haksızlık, bir rakibi saf dışı bırakmak değil, kendi geçmişiyle hesaplaşmaktan kaçınmaktır.
Kendine inanan bir iktidar, halkın sevgisiyle gelen bir rakibi yargının gölgesine itmez.
Adalet bir silah değil, milletin vicdanı olmalıdır.
Kimi zaman siyasi hatalar olur, herkes yapar. Ama o hatalar büyüdükçe, başkalarının kaderiyle oynayarak örtülemez.
Çünkü bu millet kandırıldığını affeder ama aldatıldığını fark ettiğinde, kalemi bir daha eline aldığında o kalem yalnızca yazmaz… tarihe geçer.
Ve şimdi...
Tarih bir kez daha aynı dili konuşuyor.
Ama bu kez ne sadece bir liderin kaderi, ne de tek bir koltuğun savaşı...
Bu kez yargının kılıcına karşı duranlar, bir halkın evlatları.
Onlar ki gecenin karanlığında yürüyen, sabahın vicdanıyla konuşan gençlerdir.
Korkmuyorlar.
Susmuyorlar.
Yakmıyorlar, yıkmıyorlar.
Sadece yürüyorlar…
Ellerinde sadece anayasa, dillerinde sadece adalet var.
Kimileri bu yürüyüşü Gezi ile karıştırıyor.
Gezi, umutla karmaşanın iç içe geçtiği bir isyandı.
O zamanlar FETÖ vardı, bölücüler vardı, başka eller vardı...
Ama bugün:
Ne bir vitrin taşlanmış,
Ne bir otobüs yakılmış,
Ne bir barikat kurulmuştur.
Bu, öfkenin değil, vicdanın yürüyüşüdür!
Ve işte şimdi o vicdan, duvarların ardında tutulmak isteniyor.
Cezaevinde gençler var.
Suçları sadece sormak:
“Bu ülke bizimse, neden sesimiz duyulmuyor?”
Onları serbest bırakmak; sadece bir hukuk düzeltmesi değil, bir ülkenin kendi geleceğine ettiği yemini tutmasıdır.
Bu kırılma anı, tarihin kıyısında bir sınavdır.
Ve biz bu sınavdan ya çocuklarımızın gözlerinin içine bakarak geçeceğiz, ya da susarak tarihin çöplüğüne düşeceğiz.
Yargı kılıcını çekerken, gençlik kalkanını kaldırıyor.
O kalkan, yalnızca bedenlerini değil, adaleti, umudu ve geleceği koruyor.
Lütfen… gençlerin elinden kalemi almayın.
Çünkü kalem, gelecektir.
Kalem, aydınlanmadır.
Kalem, bilimdir, ilimdir.
Bu topraklar bir dönem o kalemin susturuluşunu gördü.
Ve bu millet, o senaryoyu bir daha asla görmek istemiyor.
Ekleme
Tarihi: 01 April 2025 - Tuesday
GENÇLİĞİN KALEMİNİ SUSTURMAYIN
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.