Türkiye’de ticaretin tekerine çomak sokan şey, artık ne sadece yüksek kira ne de artan enerji maliyetidir. Bugün küçük işletmelerin önündeki en büyük duvar, yüzde 60’lara dayanan kredi faizleridir. Bu oran, bir kredi değil, bir cezadır. Üretmeye, istihdam yaratmaya, esnaflık onuruyla ayakta durmaya çalışan binlerce işletmeci için bu oran, dükkânın anahtarını duvara asmaktır.
Cem Boyner’in söyledikleri bir iş insanının feryadı gibi değil, adeta piyasanın nabzını tutan bir teşhis raporu gibi: “Faizler 30’a iner diye bütçe yapmışım çıkmış 60’a…” İşte Türkiye’de ticaret böyle bir sisin içinde, pusulasız bir gemi gibi dalgalara karşı direniyor.
Boyner’in “şapkadan tavşan çıkarmak” metaforu, aslında bir iş modelinden çok, bir hayatta kalma stratejisini ifade ediyor. Ticareti büyütmek değil, ticarette kalmak lüks haline geldi. Çünkü üretim yapmak artık riskli değil; neredeyse kahramanlık. Bugün malı erken getirmenin bile zarar ettirdiği bir ekonomik modelin içindeyiz. Çünkü o malın parasal değeri daha rafa çıkmadan eriyip gidiyor.
İşletmecinin bugünkü rolü sadece satıcı değil; aynı zamanda ekonomist, finansçı, kriz yöneticisi ve bazen sihirbaz… Çünkü “sıfır hata” ile çalışan bir düzen, sistematik bir hata üretiyor: Devletin kontrol ettiği politika faizi ile reel piyasanın yaşadığı ekonomik gerçeklik arasında uçurum büyüyor. Bu uçurumun içine ise ilk düşenler küçük esnaf oluyor.
Ve belki de bu yüzden Boyner’in “orası er meydanı” sözünü çok dikkatli okumalıyız. Evet, AVM’ler, sokaklar, pazar yerleri artık birer er meydanı. Ama bu meydanda dövüşen sadece şirketler değil; aynı zamanda umutlar, alın teri ve aileler var. Ve bu insanlar artık tek başına savaşamayacak durumda.
Faizle çark dönmez. Faizle ancak dönüyormuş gibi yaparız. Ama sonunda ya çark kırılır ya da o çarkın içindeki dişlilerden biri kopar. Ve o dişli, bu ülkenin emeği olur, alın teri olur, geleceği olur.
O yüzden belki de yeni bir şapkaya, yeni bir oyuna değil; yeni bir düzene ihtiyacımız var.