Türkiye’de merkezi yönetim kamu harcamalarının, kamu gelirlerinin, bütçe dengesinin
ve kamu net borç stokunun nominal değerleri ve GSYİH içindeki paylarına ait verilerin
mali disiplinin sağlanması açısından etkisinin analizi ve değerlendirmesi makalenin
konusunu oluşturmaktadır. Analiz ve değerlendirme sürecinin sonucunda; Türkiye’nin
1999 yılına göre mali olarak daha güçlü olsa da 2002 yılı sonrasında sağlanan mali
disiplinin 2013 yılına kadar sürdürüldüğü ve bu yıldan sonra git gide bozulan bir sürece
girildiği görülmektedir. Ayrıca 2017 yılına kadar bir seferlik gelirler (vergi affı, imar affı,
varlık barışı, bedelli askerlik, özelleştirme gelirleri, Merkez Bankası kârının erken
aktarımı vb. gibi uygulamalar) ile desteklenerek mali disiplin sağlandığı dikkat
çekmektedir. Daha sonra seçim ekonomisine girilmesi, rasyonel olmayan politikalar ile
artan bütçe açığının Merkez Bankası kaynakları ile finanse edilmesinin enflasyonu daha
da tetiklemesi neticesinde 2017 yılında çift haneli (11,14) enflasyon dönemine yeniden
dönüldüğü gözlemlenmektedir. Yükselen enflasyonun borçlanma faizlerini de
yükseltmesi nedeniyle kamu borç stoklarının da artmaya başladığı ve 2017 yılında
GSYİH’a oranı %8,1 iken oranın 2018 yılında sert bir yükselişle %13,1’e çıktığı ve 2023
yılında %21,2 düzeyine kadar yükseldiği tespit edilmiştir. 1990’lı yıllar boyunca
Türkiye’de mali disiplinin ihmal edilmesi, kamu mali dengelerinin bozulmasına ve
makroekonomik istikrarsızlığın derinleşmesine yol açmıştır. Bu süreç sonunda ortaya
çıkan 2001 krizi, yapısal zafiyetlerin ve mali disiplinsizliğin neticesi olmuştur. Mali
disiplin hedefinden uzaklaşılan bir ortamda, geçmiş deneyimlerden ders alınmadığı ve
gerekli yapısal reformlar hayata geçirilmediğinde benzer krizlerin yaşanması da
kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu bağlamda, mali disiplinin tesis edilmesi ve
sürdürülebilirliğinin sağlanması, ekonomik istikrarın korunması ve makroekonomik
kırılganlıkların azaltılması açısından öncelikli bir politika gerekliliği olarak önemini
korumaktadır.
2008 yılında başlayarak günümüze kadar süren küresel kriz süreci, para politikalarının
tek başına yeterli olmadığını ortaya koymuş ve maliye politikalarının önemini ön plana
çıkarmıştır. Maliye politikalarının etkinliğinin artırılabilmesi için güçlü bir kamu mali
yapısının varlığı gereklidir. Bu yapının oluşturulabilmesi; kaynak ve gelir dağılımını
bozmayan, yatırımları teşvik eden etkin ve adil bir vergi sisteminin yanı sıra, kamu
harcamalarının da etkin, verimli, adil ve üretimi destekleyici biçimde gerçekleştirilmesini
zorunlu kılmaktadır. Bu doğrultuda, mali disiplinin sağlanması, önemini daima koruyan
temel bir unsur olarak değerlendirilmektedir. 1980-2001 döneminde Türkiye
ekonomisinde kronikleşen bütçe açıkları, yüksek enflasyon ve artan faiz oranları,
ekonominin bir borç-faiz sarmalına sürüklenmesine ve bu kısır döngüden
çıkılamamasına neden olmuştur. Bu süreçte borçlanma sürdürülemez bir düzeye
ulaşmış, kamu kesimi finansman dengelerinde ciddi bozulmalar yaşanmış ve ülke,
tarihindeki en ağır ekonomik krizle karşı karşıya kalmıştır. Söz konusu gelişmeler,
bozulan mali dengelerin göz ardı edilmesi ve mali disiplinden ısrarla uzaklaşılmasının
kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Para ve maliye politikalarının etkinliği, her iki politikanın da eşgüdüm içinde ve doğru
biçimde uygulanmasına bağlıdır. Maliye politikasının etkinliğinde belirleyici olan başat
unsur ise mali disiplinin sağlanmasıdır.
Sürdürülebilir para ve maliye politikaları olmadan piyasada güven sağlanamıyor.
Yatırımcılar ve tasarruf sahipleri önünü göremiyor. Ekonomideki kırılganlık dış
faktörlerden de olumsuz etkilenmeye neden oluyor. Çünkü, dolarizasyon Türkiye
ekonomisinin kılcal damarlarına kadar işlemiş durumda.
Aynı politika faizini korumakla, krediler daha ılımlı seyretmekle, dış dengede iyileşme
öngörülmekle birlikte risk primimiz 240 seviyesinde. Sorun inandırıcılık ve güven kaybı.
Jeopolitik riskler ortada duruyor. Bozulan beklentiler, artan maliyetler de enflasyonla
mücadeleyi giderek zorlaştırıyor. Böyle bir ortamda da ne yazık ki reel faiz gereksinimi
daha yüksek oluyor.
Türkiye kredilerdeki büyümeyi yavaşlatmak zorunda. Krediler yatırımı değil tüketimi
artırıyor. Tüketim de ithalata dayalı olduğu için cari açık büyüyor. Türkiye, yabancı
yatırımcıyı çekip cari açığı finansa etmekte zorlanırsa TL’de daha fazla değer kaybı
meydana gelebilir.
Sosyal Güvenlik Kurumu açığı sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. Olağanüstü
boyutlara ulaştı. Bir de buna Yap İşlet Devret modeli ile yapılan köprüler, tüneller,
otoyollar ve havalimanları için ödenen garanti paralarını koyarsak, açık her geçen gün
büyüyor. Bir başka kamburda Şehir Hastaneleri. Hepsi birlikte Türkiye ekonomisinin
canına okuyor. Bazı firmalar oturdukları yerden cebini doldururken işsizler, dar gelirliler
ve yoksullar perişanları oynuyor.
Türkiye’nin ihraç ürünlerinin içinde yüzde 70’lere varan ithal ham madde ve ara malı
olması döviz gelirlerini sınırlıyor. Bacasız sanayi dediğimiz turizm gelirlerinde beklenen
olmuyor.
Türkiye ekonomisi gelir yaratamıyor. Gereksiz kamu binaları ve harcamalarını artıran,
tasarruf yapmayan anlayış ve yönetim biçimi düzelmedikçe kan kaybı devam edecektir.
Yüklü miktardaki borçlanmalar ile geleceğimiz ipotek altına alınıyor.
Türkiye, mali disiplinin sağlanmasında kamu gelirleri, kamu giderleri ve kamu borçları
yönetiminin sistematik bir şekilde iyileştirilmesi için hızla araştırma ve çalışmalara
başlamalıdır. Kamu gelirleri ve giderlerini ilgilendiren kurumlar ve sistemler öz
eleştiriden geçirilerek, toplumun görüş ve önerileri dikkate alınarak mali disiplinin
sağlanmasına yönelik reformlar yapılmalıdır. Bu reformlar, etkin vergileme, kamu
harcamaları ve borç yönetimi sistemlerinin yeniden inşasını içermeli, güçlü kurumlar,
hazine ve Merkez Bankası yapısının oluşturulmasına odaklanmalıdır. Bu süreçte,
bilimsel çalışmalara—makaleler, yüksek lisans ve doktora tezleri, kongreler gibi—
öncelik verilerek, Türkiye’ye özgü modeller ve sistemler oluşturulmalıdır. Böyle bir irade
ile, başarı tam olmasa da birçok sorun çözüme kavuşacaktır. Kamu reformlarında
hedefler gerçekçilikten sapmadan büyük tutulmalı ve Türkiye'nin iktisadi yapısına uygun
çözümler geliştirilmelidir. Bu yaklaşım, reformların başarı oranını artıracaktır. Türkiye'nin
mali disiplini sağlama sürecinde, dışarıdan ithal edilen reformların başarısız olmasının
temel nedeni, her ülkenin kendine özgü ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklere sahip
olmasıdır. Türkiye’nin karşılaştığı özgün iktisadi sorunlar, kamu yönetimi yapısı ve
kurumsal kültür, dış kaynaklı modellerin uyum sorunlarına yol açmakta, bu da
reformların etkililiğini ve sürdürülebilirliğini azaltmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin kendi
ihtiyaçlarına uygun, yerli ve milli temellere dayalı bir sistem kurması, mali disiplini daha
etkin ve kalıcı şekilde sağlamaya yardımcı olacaktır.
