Uluslararası siyasette bazı dosyalar vardır; açılmaz, bekletilir. Zamanı gelince patlamaz belki ama yön tayin eder. Emperyal güçler bir ülkede iktidar değişikliğinin kokusunu aldıkları anda, yıllardır rafta tuttukları bu dosyaları aynı anda masaya sürerler. Çünkü onlar için zaman sandık takvimiyle değil, güç dengesiyle ölçülür. Yolun sonuna yaklaşıldığı hissedildiğinde hızlanırlar; dün ertelenen başlıklar bugün “kaçınılmaz” olur.
Bu bir komplo anlatısı değil, yüzyıldır tekrar eden bir pratiktir. Emperyal akıl, bir ülkede içeride kaynayan kazanı iyi tanır. O kazan fokurdamaya başladığında, ateşi harlamak için odunu altına atmakta gecikmez. Kriz derinleşsin, gerilim artsın, taraflar sertleşsin ister. Çünkü içerideki her çatlak, dışarıdan kurulan her pazarlığın zeminidir. Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya, Balkanlar’dan Afrika’ya kadar sahne değişir ama oyun değişmez.
Giden iktidarların son dönemlerinde özellikle çözümsüz bırakılan meseleler, yeni gelenlerin önüne pimi çekilmemiş dosyalar olarak konur. Amaç açıktır: Daha ilk günden daralan bir manevra alanı yaratmak. Yeni yönetimi acele çözümlere, hızlı rahatlamalara yöneltmek. Ve bu hızın bedelini geleceğe yazmak.
Bugünün Türkiye konjonktürü bu gözle okunduğunda tablo daha netleşir. Ekonomide eş zamanlı baskılar, dış politikada ani yakınlaşmalar ve hızlanan talepler, güvenlik başlıklarında art arda açılan dosyalar… Her biri tek başına açıklanabilir; ancak birlikte okunduğunda bir geçiş dönemi fotoğrafı verir. Bu fotoğrafta asıl belirleyici olan, olayların kendisi değil, zamanlamasıdır.
Emperyal güçler şunu çok iyi bilir: Yeni iktidarların ilk yılları kırılgandır. Toplumun beklentisi yüksektir, zaman sınırlıdır, devralınan miras ağırdır. İşte bu kırılganlık, “kolaylaştırıcı” olarak sunulan önerileri cazip kılar. Oysa siyaset hafızası bize şunu öğretir: En hızlı rahatlatan hamleler, çoğu zaman en uzun vadeli bağımlılıkları üretir.
Asıl mesele de burada başlar. Çünkü bu pimi çekilmemiş dosyalar yalnızca ekonomik ya da diplomatik değildir. Aynı zamanda zihinsel ve siyasal çerçeveler kurar. Yeni yönetimi sürekli savunma refleksine iter, inisiyatifi sınırlar ve daha baştan bir denge ilişkisini kalıcılaştırır.
Bu nedenle mesele yalnızca iktidarın değişip değişmeyeceği değildir. Asıl soru şudur: İktidar değişse bile devlet aklı soğukkanlılığını koruyabilecek mi? Hafızası olan devletler, geçiş dönemlerinde uzatılan her eli değil; o elin ne zaman, neden ve hangi kazanın başında uzatıldığını sorgular. Çünkü bazı dosyalar çözüm için değil, yön vermek için açılır.
Türkiye açısından kritik olan da budur. Geçiş dönemleri riskler kadar imkânlar da taşır. Belirleyici olan, içeride kaynayan kazanlara dışarıdan atılan odunları fark edebilmek ve kısa vadeli rahatlamaların cazibesine kapılmadan uzun vadeli bağımsızlığı koruyacak siyasal iradeyi üretebilmektir.
Bu yazı, güncel bir kişi ya da kuruma yönelik isnat içermeyen, tarihsel ve siyasal bir değerlendirmedir.
