Bazı günler vardır… takvimde basit bir rakam gibi durur ama bir milletin ruhuna gölge gibi çöker. 10 Kasım böyle bir gündür. Her yıl aynı an gelir, aynı sessizlik çöker rumuza . Sireni duymadan önce bile içimizde bir şey durur. Bir nefes, bir hatıra, bir sızı… Sanki aynı anda milyonlarca insanın kalbi, tek bir kalp gibi titrer.
Bugün bir lideri kaybettiğimiz günü değil, bir ülkenin yetim kaldığı anı hatırlıyoruz. Çünkü Atatürk ölmediğinde bir hükümdar değildi; bir milletin aklı, vicdanı ve onuruydu. Onu düşününce, çocukluğumun sınıfları gelir aklıma. Islak tebeşir kokusu, eski bir sobanın uğultusu ve öğretmenimin titreyen sesi… Atatürk’ü anlatırken gözlerindeki o yaşı… hiçbir zaman unutamadım. Belki o gün hepimiz biraz çocuk kaldık. Belki Atatürk’ü anlamak için büyümek yetmiyor; kalbin de büyümeli.
Şimdi koskoca bir ülke olduk. Köprüler yaptık, yollar açtık, şehirler kurduk. Ama ne olursa olsun, 10 Kasım sabahlarında hep o sınıfa döneriz. O masum şaşkınlığa, o tarifsiz boşluğa…
Bazen düşünüyorum: Bir insan nasıl olur da milyonlarca insana aynı anda “baba” olabilir? Ve bir millet, nasıl olur da onu kaybettiği gün hâlâ aynı sızıyı taşır?
Cevabı basit: Çünkü Atatürk, bize bir vatanı sadece toprağıyla değil, onuruyla bıraktı. Bugün hüzünlüyüz. Ama bu hüzün bir matem değil; bir minnettir. Çünkü bazı insanlar ölmez… sadece içimize karışır. Her 10 Kasım’da biraz daha büyürler.
Ve biz, saat dokuzu beş geçe durup başımızı eğdiğimizde, aslında bir yokluğa değil, bir varlığa saygı duyuyoruz: Bu ülkenin en güzel hikâyesine.
O…
Sisli ve pembe bir geceydi
Bir yıldırım düştü karşı tepeye
Kızıl bulutlar sardı sarp kayaları
Seni gördüm
Sonra sensizlik gibi sessizlik düştü odama
Yağmur başladı
Arap kızı camdan baktı
Çocuk oldum
Seni anlatıyordu öğretmenim
Senin için ağlıyordu
Sanki kırk yıllık dost gibi
Kargaları kovaladık seninle
Samsun’a ayak bastık
Kırık dökük bir gemiyle
Ölgün ışıklı kara bir trenle
Anadolu’yu dolaştık
Tektik
Sonra tek tek bir ordu olduk
Özgürlüğü Mavzer gibi taşıdık yüreklerimizde
Yürüdük bilmem kaç gündüz kaç gece
Sonra büyüdüm
Öğretmenim hâlâ ağlıyordu.
Namık Kemal Biçer- 1998 mercimek köyü
