Namık Kemal BİÇER
Köşe Yazarı
Namık Kemal BİÇER
 

“Saat Dokuzu Beş Geçerken”

Bazı günler vardır… takvimde basit bir rakam gibi durur ama bir milletin ruhuna gölge gibi çöker. 10 Kasım böyle bir gündür. Her yıl aynı an gelir, aynı sessizlik çöker rumuza . Sireni duymadan önce bile içimizde bir şey durur. Bir nefes, bir hatıra, bir sızı… Sanki aynı anda milyonlarca insanın kalbi, tek bir kalp gibi titrer. Bugün bir lideri kaybettiğimiz günü değil, bir ülkenin yetim kaldığı anı hatırlıyoruz. Çünkü Atatürk ölmediğinde bir hükümdar değildi; bir milletin aklı, vicdanı ve onuruydu. Onu düşününce, çocukluğumun sınıfları gelir aklıma. Islak tebeşir kokusu, eski bir sobanın uğultusu ve öğretmenimin titreyen sesi… Atatürk’ü anlatırken gözlerindeki o yaşı… hiçbir zaman unutamadım. Belki o gün hepimiz biraz çocuk kaldık. Belki Atatürk’ü anlamak için büyümek yetmiyor; kalbin de büyümeli. Şimdi koskoca bir ülke olduk. Köprüler yaptık, yollar açtık, şehirler kurduk. Ama ne olursa olsun, 10 Kasım sabahlarında hep o sınıfa döneriz. O masum şaşkınlığa, o tarifsiz boşluğa… Bazen düşünüyorum: Bir insan nasıl olur da milyonlarca insana aynı anda “baba” olabilir? Ve bir millet, nasıl olur da onu kaybettiği gün hâlâ aynı sızıyı taşır? Cevabı basit: Çünkü Atatürk, bize bir vatanı sadece toprağıyla değil, onuruyla bıraktı. Bugün hüzünlüyüz. Ama bu hüzün bir matem değil; bir minnettir. Çünkü bazı insanlar ölmez… sadece içimize karışır. Her 10 Kasım’da biraz daha büyürler. Ve biz, saat dokuzu beş geçe durup başımızı eğdiğimizde, aslında bir yokluğa değil, bir varlığa saygı duyuyoruz: Bu ülkenin en güzel hikâyesine. O… Sisli ve pembe bir geceydi Bir yıldırım düştü karşı tepeye Kızıl bulutlar sardı sarp kayaları Seni gördüm Sonra sensizlik gibi sessizlik düştü odama Yağmur başladı Arap kızı camdan baktı Çocuk oldum Seni anlatıyordu öğretmenim Senin için ağlıyordu Sanki kırk yıllık dost gibi Kargaları kovaladık seninle Samsun’a ayak bastık Kırık dökük bir gemiyle Ölgün ışıklı kara bir trenle Anadolu’yu dolaştık Tektik Sonra tek tek bir ordu olduk Özgürlüğü Mavzer gibi taşıdık yüreklerimizde Yürüdük bilmem kaç gündüz kaç gece Sonra büyüdüm Öğretmenim hâlâ ağlıyordu. Namık Kemal Biçer- 1998 mercimek köyü 
Ekleme Tarihi: 09 Kasım 2025 -Pazar

“Saat Dokuzu Beş Geçerken”

Bazı günler vardır… takvimde basit bir rakam gibi durur ama bir milletin ruhuna gölge gibi çöker. 10 Kasım böyle bir gündür. Her yıl aynı an gelir, aynı sessizlik çöker rumuza . Sireni duymadan önce bile içimizde bir şey durur. Bir nefes, bir hatıra, bir sızı… Sanki aynı anda milyonlarca insanın kalbi, tek bir kalp gibi titrer.

Bugün bir lideri kaybettiğimiz günü değil, bir ülkenin yetim kaldığı anı hatırlıyoruz. Çünkü Atatürk ölmediğinde bir hükümdar değildi; bir milletin aklı, vicdanı ve onuruydu. Onu düşününce, çocukluğumun sınıfları gelir aklıma. Islak tebeşir kokusu, eski bir sobanın uğultusu ve öğretmenimin titreyen sesi… Atatürk’ü anlatırken gözlerindeki o yaşı… hiçbir zaman unutamadım. Belki o gün hepimiz biraz çocuk kaldık. Belki Atatürk’ü anlamak için büyümek yetmiyor; kalbin de büyümeli.

Şimdi koskoca bir ülke olduk. Köprüler yaptık, yollar açtık, şehirler kurduk. Ama ne olursa olsun, 10 Kasım sabahlarında hep o sınıfa döneriz. O masum şaşkınlığa, o tarifsiz boşluğa…

Bazen düşünüyorum: Bir insan nasıl olur da milyonlarca insana aynı anda “baba” olabilir? Ve bir millet, nasıl olur da onu kaybettiği gün hâlâ aynı sızıyı taşır?

Cevabı basit: Çünkü Atatürk, bize bir vatanı sadece toprağıyla değil, onuruyla bıraktı. Bugün hüzünlüyüz. Ama bu hüzün bir matem değil; bir minnettir. Çünkü bazı insanlar ölmez… sadece içimize karışır. Her 10 Kasım’da biraz daha büyürler.

Ve biz, saat dokuzu beş geçe durup başımızı eğdiğimizde, aslında bir yokluğa değil, bir varlığa saygı duyuyoruz: Bu ülkenin en güzel hikâyesine.

O…

Sisli ve pembe bir geceydi

Bir yıldırım düştü karşı tepeye

Kızıl bulutlar sardı sarp kayaları

Seni gördüm

Sonra sensizlik gibi sessizlik düştü odama

Yağmur başladı

Arap kızı camdan baktı

Çocuk oldum

Seni anlatıyordu öğretmenim

Senin için ağlıyordu

Sanki kırk yıllık dost gibi

Kargaları kovaladık seninle

Samsun’a ayak bastık

Kırık dökük bir gemiyle

Ölgün ışıklı kara bir trenle

Anadolu’yu dolaştık

Tektik

Sonra tek tek bir ordu olduk

Özgürlüğü Mavzer gibi taşıdık yüreklerimizde

Yürüdük bilmem kaç gündüz kaç gece

Sonra büyüdüm

Öğretmenim hâlâ ağlıyordu.

Namık Kemal Biçer- 1998 mercimek köyü 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.