ÇİLEM ŞENESEN
Köşe Yazarı
ÇİLEM ŞENESEN
 

KUŞLAR VE MEVLÂNA

Bu yıl hepimiz birer Mevlâna hayranı oluverdik. Bizim gibi Mevlâna sevgisi Konyalılığından kaynaklanan kişilere de düşe düşe kuşlar düşüverdi. Mevlâna’nın Mesnevi’sindeki kuşlar var ya, işte bize de gökten üç elma yerine o kuşlar düşüverdi.  Bütün sevgili kuşlar, insanlar misali karşımıza çıkarlar ve bizlere ders veren hikâyelerin kahramanı olurlar. Başına iş gelen kuş, ders alacak olan insan… Bizler… Eğer ders alabilirsek… Önce, bir Mevlâna âşığı olan merhum ağabeyimiz (Dr.) Mehmet Önder’in hazırladığı kitaptan bir hikâye alacağız. Kitap birkaç defa basılmış: Mevlâna / Mesneviden Hikâyeler /Ankara 1970); Çocuklara Mevlâna’dan Hikâyeler (Köln 1993). Başkalarının da pek çok yayını var… Bunca kuş hikâyesinin içinden elbette birini seçeceğiz. Bakalım bu kuş, hangi kuş olacak? Ancak Mevlâna’yı yalnız bırakmayacağız; yanına iki-üç yüzyıl sonra yaşamış olan Bursalı Lamii Çelebi’nin ünlü hikâye kitabı olan Mecmaü’l-Letaif’’inin altıncı bölümünden de bir kuş hikâyesi alacağız. Belki ‘kuş beyinli’ diye küçümsediğimiz insanoğlu bu hikâyelerden sonra kendine bir çekidüzen verir. Önder Ağabey, ‘Serçenin Avcıya Öğüdü’ adını vermiş. Bakalım akıllı serçemiz, biz insanlara neler veriyor akıl olarak. SERÇENİN AVCIYA ÖĞÜDÜ Avcının biri, bir tuzak kurmuş, bir serçe avlamıştı. Serçeyi avucuna aldı. Tam bu sırada serçe dile geldi. Avcıya dedi ki: Ey avcı… Sen bunca zaman koyunlar, sığırlar yedin, bunlarla doymadın da benim birkaç dirhemlik etimle mi doyacaksın?. . Beni bırak, karşılığında sana faydalı üç öğüt vereyim… Bu öğütlerden birini avucunda, ikincisini şu karşıdaki damın üzerinde, üçüncüsü de ağaçta söyliyeceğim. Avcı: “Peki…” dedi. Serçe, ilk öğüdü verdi: Olmıyacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma… Avcı, ikinci öğüdü dinlemek için serçeyi bıraktı. Serçe dama kondu, ikinci öğüdü söyledi: Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme. İçinde bulunduğun vaktin değerini bil. Pişmanlıkla vakit geçirme… Sonra ilave etti: Ey avcı, benim karnımda on dirhemlik paha biçilmez bir inci vardı. Seni de , senden sonrakileri de ihya ederdi. Yazık, kısmetin değilmiş, elden kaçırdın… Bu incinin dünyada başka bir eşi bulunmaz. Avcı: Ah! Ne yaptım, neden salıverdim?. . diye, dövünmeye, ağlamaya başlamıştı. O zaman serçe: Yahu, ne bağırıp çağırıyorsun. Ben sana ‘Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme…’ diye öğüt vermedim mi? Sonra sana yine demedim mi: ‘Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma…’ diye. Sen ne aptal adammışsın. . Ben kendim üç dirhem gelmem. Nasıl olur da karnımda on dirhemlik inci bulunur. Avcının aklı başına gelmişti. Karşısında kendisiyle alay eden zeki kuşa: Peki şu üçüncü güzel öğüdün neymiş. Onu söyle de git!. . Serçe duvardan atlıyarak, karşıdaki ağaca kondu… Alaylı bir dille: Allah için, iki öğüdümü tuttun da üçüncüsünü mü tutacaksın?. . Boş ver, vaktimi alma… Diyerek, gökyüzüne kanat açtı… Avcı donakalmıştı… (Önder 1970: 137-138) Mesnevi: Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez. Ey öğütcü, ona hikmet tohumunu saçmadan önce, onu yamasız yırtıksız hale getir. (Bu sözler Mesnevi’nin 2264-2265 numaralı beyitlerinden alınmış.) Dikkat edilirse kuş, avcıya üçüncü öğüdü vermiyor ve diyor ki: “Allah için, iki öğüdümü tuttun da üçüncüsünü mü tutacaksın? Boş ver, vaktimi alma.” Bursalı Lamii Çelebi, yukarıda adını andığımız eserinde 20’den fazla hikâyeye yer verir. Bunlardan biri de ‘Tilki ile Keklik’tir. Hikâyenin dilini sadeleştirerek, biraz da onu ‘süsleyerek’ aşağıya alıyoruz. Aç bir tilki karnını doyurmak için dolaşıp durmaktadır. Niyeti güzel bir kahvaltı yapmaktır. Bir dala konmuş olan kekliği görünce aklı başından gider. “Aman keklik kardeş, sizin ne güzel gözleriniz var. Acaba gözleriniz kapalı iken de bu kadar güzel midir?” İltifatlara kanan keklik gözünü yumuverir. Bunun üzerine tilki bir hamle yaparak kuşu yakalayıverir. Keklik bakar ki tilkinin oyununa geldi ve can elden gitmek üzere… “Ey tilki kardeş, bilir misin ki bizim etlerimiz çok lezzetlidir. Biz hep hanların, sultanların sofralarına konuluruz. Bu sefer de size kısmet olduk. Haydi, siz de hanlar, sultanlar gibi dua ediniz ve beni afiyetle yiyiniz.” Zavallı tilki, az önce kurduğu tuzağın bir benzerinin şimdi de kendisine kurulduğunun farkında değildir ve başlar dua etmeye… Daha ağzını açar açmaz keklik ‘Pırr’ deyip uçuverir. Artık o eski yerindedir, dalda şakımaktadır. Tilki ise nefis bir kahvaltıyı kaçırdığı için son derece üzgündür ve söylenmeye başlar: “Lanet ona ki, nimeti yemeden dua edene…” Bu sözleri işiten keklik de kendisi için bir ders çıkarır. “Lanet ona ki, uykusu gelmeden gözünü kapayana…” (bk. Saim Sakaoğlu ‘Bursalı Lami’î’nin Letâif ‘indeki Hayvan Masalları”, Journal of Turkish Studies /Türklük Bilgisi Araştırmaları, 3 ABD 1979, 285. Kim bu kuşlar acaba? Bunlar toplumumuzun hangi insanlarını temsil ediyorlar? Sonradan akılları başlarına gelen insanların toplumdaki yerleri nereler olabilir? Mevlâna yüzyıllarca yıl önce bu hikâyeleri anlatarak biz insanları uyarıyor; o bizlere birer altın değerinde öğütler veriyor. Peki, ya bizler ne yapıyoruz?  Türbesine gidip dua okuyup çıkıyoruz. Binlerce adet basılan Mesnevi’sini okuyup orada gösterilen yola girebiliyor muyuz?  Ne gezer? Bayburtlu Zihnî’nin bu durumumuzla ilgili bir beyiti var ama aktarıp da insanlarımızı üzmek istemiyorum. Hani, “Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor.” derler ya, bizler de Mesnevi’nin ruhunu bile bile yanlış davranışlar sergiliyoruz. Heyhat, bu dün de böyleydi, bugün de böyle yarın da böyle olacak! Ya yazılıp da okunanlar? Yoksa ‘Kim okur, kim dinler…” diye başlayan bir sözümüz var ya; acaba o hâllere mi düşeceğiz? Mesnevi’nin ruhunu kavrayamadıktan sonra, isterseniz 30 gün Mevlevi ayini programlarına gidiniz, iş gösterişte kaldıktan sonra… Ruhu şad olsun; eserleri okunup anlaşılsın ve uygulansın. Belediye otobüslerinin kaportasındaki sözleri ‘Lafta kalmasın. ‘ Hiç değilse bir sözünü tutalım, belki onun yardımıyla biraz da ‘iyi’ insan oluruz: Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün. Veya görünmediğin gibi olma veya olmadığın gibi görünme. Malum ya, biz bazı işleri tersinden daha iyi yaparız ya… Hikâyemizi, Mesnevi’nin dördüncü cildinden aldık. Umarız hem gözleriniz ehem gönüllerinize ulaşmışızdır…  
Ekleme Tarihi: 22 Aralık 2020 - Salı

KUŞLAR VE MEVLÂNA


Bu yıl hepimiz birer Mevlâna hayranı oluverdik. Bizim gibi Mevlâna sevgisi Konyalılığından kaynaklanan kişilere de düşe düşe kuşlar düşüverdi. Mevlâna’nın Mesnevi’sindeki kuşlar var ya, işte bize de gökten üç elma yerine o kuşlar düşüverdi. 
Bütün sevgili kuşlar, insanlar misali karşımıza çıkarlar ve bizlere ders veren hikâyelerin kahramanı olurlar. Başına iş gelen kuş, ders alacak olan insan… Bizler… Eğer ders alabilirsek…
Önce, bir Mevlâna âşığı olan merhum ağabeyimiz (Dr.) Mehmet Önder’in hazırladığı kitaptan bir hikâye alacağız. Kitap birkaç defa basılmış: Mevlâna / Mesneviden Hikâyeler /Ankara 1970); Çocuklara Mevlâna’dan Hikâyeler (Köln 1993). Başkalarının da pek çok yayını var…
Bunca kuş hikâyesinin içinden elbette birini seçeceğiz. Bakalım bu kuş, hangi kuş olacak? Ancak Mevlâna’yı yalnız bırakmayacağız; yanına iki-üç yüzyıl sonra yaşamış olan Bursalı Lamii Çelebi’nin ünlü hikâye kitabı olan Mecmaü’l-Letaif’’inin altıncı bölümünden de bir kuş hikâyesi alacağız. Belki ‘kuş beyinli’ diye küçümsediğimiz insanoğlu bu hikâyelerden sonra kendine bir çekidüzen verir.
Önder Ağabey, ‘Serçenin Avcıya Öğüdü’ adını vermiş. Bakalım akıllı serçemiz, biz insanlara neler veriyor akıl olarak.
SERÇENİN AVCIYA ÖĞÜDÜ
Avcının biri, bir tuzak kurmuş, bir serçe avlamıştı. Serçeyi avucuna aldı. Tam bu sırada serçe dile geldi. Avcıya dedi ki:
Ey avcı… Sen bunca zaman koyunlar, sığırlar yedin, bunlarla doymadın da benim birkaç dirhemlik etimle mi doyacaksın?. . Beni bırak, karşılığında sana faydalı üç öğüt vereyim… Bu öğütlerden birini avucunda, ikincisini şu karşıdaki damın üzerinde, üçüncüsü de ağaçta söyliyeceğim.
Avcı: “Peki…” dedi. Serçe, ilk öğüdü verdi:
Olmıyacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma…
Avcı, ikinci öğüdü dinlemek için serçeyi bıraktı. Serçe dama kondu, ikinci öğüdü söyledi:
Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme. İçinde bulunduğun vaktin değerini bil. Pişmanlıkla vakit geçirme…
Sonra ilave etti:
Ey avcı, benim karnımda on dirhemlik paha biçilmez bir inci vardı. Seni de , senden sonrakileri de ihya ederdi. Yazık, kısmetin değilmiş, elden kaçırdın… Bu incinin dünyada başka bir eşi bulunmaz.
Avcı:
Ah! Ne yaptım, neden salıverdim?. . diye, dövünmeye, ağlamaya başlamıştı. O zaman serçe:
Yahu, ne bağırıp çağırıyorsun. Ben sana ‘Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme…’ diye öğüt vermedim mi? Sonra sana yine demedim mi: ‘Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma…’ diye. Sen ne aptal adammışsın. . Ben kendim üç dirhem gelmem. Nasıl olur da karnımda on dirhemlik inci bulunur.
Avcının aklı başına gelmişti. Karşısında kendisiyle alay eden zeki kuşa:
Peki şu üçüncü güzel öğüdün neymiş. Onu söyle de git!. .
Serçe duvardan atlıyarak, karşıdaki ağaca kondu… Alaylı bir dille:
Allah için, iki öğüdümü tuttun da üçüncüsünü mü tutacaksın?. . Boş ver, vaktimi alma…
Diyerek, gökyüzüne kanat açtı… Avcı donakalmıştı… (Önder 1970: 137-138)
Mesnevi: Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez. Ey öğütcü, ona hikmet tohumunu saçmadan önce, onu yamasız yırtıksız hale getir.
(Bu sözler Mesnevi’nin 2264-2265 numaralı beyitlerinden alınmış.)
Dikkat edilirse kuş, avcıya üçüncü öğüdü vermiyor ve diyor ki:
“Allah için, iki öğüdümü tuttun da üçüncüsünü mü tutacaksın? Boş ver, vaktimi alma.”
Bursalı Lamii Çelebi, yukarıda adını andığımız eserinde 20’den fazla hikâyeye yer verir. Bunlardan biri de ‘Tilki ile Keklik’tir. Hikâyenin dilini sadeleştirerek, biraz da onu ‘süsleyerek’ aşağıya alıyoruz.
Aç bir tilki karnını doyurmak için dolaşıp durmaktadır. Niyeti güzel bir kahvaltı yapmaktır.
Bir dala konmuş olan kekliği görünce aklı başından gider.
“Aman keklik kardeş, sizin ne güzel gözleriniz var. Acaba gözleriniz kapalı iken de bu kadar güzel midir?”
İltifatlara kanan keklik gözünü yumuverir. Bunun üzerine tilki bir hamle yaparak kuşu yakalayıverir. Keklik bakar ki tilkinin oyununa geldi ve can elden gitmek üzere…
“Ey tilki kardeş, bilir misin ki bizim etlerimiz çok lezzetlidir. Biz hep hanların, sultanların sofralarına konuluruz. Bu sefer de size kısmet olduk. Haydi, siz de hanlar, sultanlar gibi dua ediniz ve beni afiyetle yiyiniz.”
Zavallı tilki, az önce kurduğu tuzağın bir benzerinin şimdi de kendisine kurulduğunun farkında değildir ve başlar dua etmeye…
Daha ağzını açar açmaz keklik ‘Pırr’ deyip uçuverir. Artık o eski yerindedir, dalda şakımaktadır. Tilki ise nefis bir kahvaltıyı kaçırdığı için son derece üzgündür ve söylenmeye başlar:
“Lanet ona ki, nimeti yemeden dua edene…”
Bu sözleri işiten keklik de kendisi için bir ders çıkarır.
“Lanet ona ki, uykusu gelmeden gözünü kapayana…” (bk. Saim Sakaoğlu ‘Bursalı Lami’î’nin Letâif ‘indeki Hayvan Masalları”, Journal of Turkish Studies /Türklük Bilgisi Araştırmaları, 3 ABD 1979, 285.
Kim bu kuşlar acaba? Bunlar toplumumuzun hangi insanlarını temsil ediyorlar? Sonradan akılları başlarına gelen insanların toplumdaki yerleri nereler olabilir?
Mevlâna yüzyıllarca yıl önce bu hikâyeleri anlatarak biz insanları uyarıyor; o bizlere birer altın değerinde öğütler veriyor. Peki, ya bizler ne yapıyoruz? 
Türbesine gidip dua okuyup çıkıyoruz. Binlerce adet basılan Mesnevi’sini okuyup orada gösterilen yola girebiliyor muyuz? 
Ne gezer? Bayburtlu Zihnî’nin bu durumumuzla ilgili bir beyiti var ama aktarıp da insanlarımızı üzmek istemiyorum.
Hani, “Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor.” derler ya, bizler de Mesnevi’nin ruhunu bile bile yanlış davranışlar sergiliyoruz. Heyhat, bu dün de böyleydi, bugün de böyle yarın da böyle olacak! Ya yazılıp da okunanlar? Yoksa ‘Kim okur, kim dinler…” diye başlayan bir sözümüz var ya; acaba o hâllere mi düşeceğiz?
Mesnevi’nin ruhunu kavrayamadıktan sonra, isterseniz 30 gün Mevlevi ayini programlarına gidiniz, iş gösterişte kaldıktan sonra…
Ruhu şad olsun; eserleri okunup anlaşılsın ve uygulansın. Belediye otobüslerinin kaportasındaki sözleri ‘Lafta kalmasın. ‘ Hiç değilse bir sözünü tutalım, belki onun yardımıyla biraz da ‘iyi’ insan oluruz:
Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün. Veya görünmediğin gibi olma veya olmadığın gibi görünme. Malum ya, biz bazı işleri tersinden daha iyi yaparız ya…
Hikâyemizi, Mesnevi’nin dördüncü cildinden aldık. Umarız hem gözleriniz ehem gönüllerinize ulaşmışızdır…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.